Allah (cc), kendisine imanla birlikte peygamberine imanı şart koşmuş ve gerçek bir mü'min olabilmenin şartını da buna bağlamış, kendisine mutlak itaati farz kıldığı gibi peygamberine itaati de farz kılmıştır. Bu itaatin bir gereği olarak, peygamberin din adına emretmiş olduğu şeylerin yerine getirilmesini, yasakladıklarından da sakınılmasını emretmiştir. Aynı şekilde kendisine muhalefet etmeyi yasakladığı gibi peygamberine muhalefeti de yasaklamıştır. Peygamberinin verdiği hükümlere insanların içlerinden bir sıkıntı duymaksızın, gönül hoşluğuyla kabul etmelerini, kâmil mü'min olmanın alameti olarak belirtmiş ve her konuda Allah ve peygamberinin arasını ayırmamalarını istemiştir.
Hz. Peygamber'e (sas) tebliğ ve tebyîn vazifelerinin verilmiş olması, Kur'ân ile sünnet arasında sağlam bir ilişkinin olduğunu ortaya koymaktadır. Kur'ân olmadan sünnet, sünnet olmadan da Kur'an tam anlaşılmaz. Zira sünnet, Kur'ân'ın hayata aktarılması, pratiğe dökülmesi ve yaşama uyarlanmasıdır. Bu itibarla Kur'ân'ın sadece tebliğ edilmesi yeterli olmayıp, aslolan onun anlaşılması ve hayata aktarılmasıdır. Bu ise ancak Hz. Peygamber'in (sas) yapacağı tebyîn vazifesi ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla Kur'ân ve sünnet birbirinden ayrılmaları mümkün olmayan iki ana kaynaktırlar.