Kur'ân, yeryüzünde en çok okunduğu halde en az anlaşılan ve hayata en az uygulanan bir kitaptır. Bu açıdan bir kitabı asırlarca okuyup, ancak onu anlamak için bir çaba göstermemek çok köklü bir problemdir. Üstelik bu, Allah'ın bütün insanlığa gönderdiği mesaj niteliğini taşıyan bir kitapsa söz konusu problem daha da derinleşmektedir. Kur'ân'ın bütün insanlığa gönderilmiş olması onun başka dillere çevrilmesini kaçınılmaz bir zorunluluk haline getiren önemli bir faktördür.
Arapça inmiş olan Kur'ân, her şeyden önce dilsel bir metindir. Çeviride her metin için dikkat edilmesi gereken hususlar bütün insanlığa gönderilmiş son ilâhî mesaj olan bu metin için de geçerlidir. Bunda yapılan bir hata, eksiklik veya yanlışlık çok ciddi sonuçlara yol açabilir. Son derece önemli ve manevî boyutu olan bu metin çevrilirken sözden kastedileni en güzel şekilde ifade etmeye çalışmak, keyfî yorumların ve subjektif düşüncelerin yansıtılmamasına da büyük özen göstermek gerekir.
Kur'ân'ı doğru anlamak için sadece lafzı anlamaya odaklanmanın yeterli olmayıp, ondan murad edileni de anlamanın gerekliliği tartışılmaz bir gerçektir. Arap oldukları için lafzî yönden ayetleri anlayan Kur'ân'ın ilk hitap çevresine düşünmezler mi? Akletmezler mi? Gibi bir çağrı yapılması, her fırsatta bu sözün özünü anlamak, ondan neyin murad edildiği üzerine düşünmek ve tedebbür etmek şeklindeki teşvik ve uyarılar da Kur'ân'ın bu ileri anlam boyutluluğuna dikkat çeken önemli bir kanıttır.