Her türlü eksiklik ve kusurdan tümüyle münezzeh olan yalnızca Yüce Allah'tır. Peygamberler de kul olmaları hasebiyle günaha girip girmeme endişesiyle yaşamışlardır. Kendilerinden herhangi bir kusur sadır olduysa da hemen tövbe ve istiğfar etmişlerdir. Peygamberlerin bazı lütuflarla günahlardan korunmuş olmaları imtihan oldukları gerçeğini yok etmediği gibi emir ve nehye muhatap olmalarını da ortadan kaldırmamaktadır. Peygamberler de bir beşerdir ve şehevi arzu ve istekleri yok edilmiş değildir. Sadece bu arzu ve isteklerini kontrol edebilme noktasında üstün bir karaktere sahiptirler. Allah tarafından seçilmiş seçkin kullar olmaları ve meselelerin künhüne vakıf olmaları, elbette onları bu konuda daha da avantajlı bir konuma getirmektedir. Peygamberlik kurumu sevgi, güven, ittiba, itaat, hükme rıza, örneklik gibi birbirleriyle sıkı bağlantıları olan unsurlar üzerinden yürüyen bir kurumdur. Dini hükümleri beyan ederken sürekli yanılan ve tutarsız davranışlar sergileyen bir rasulün vahye karşı güven sarsıcı bir netice oluşturacağı göz ardı edilemez. Çünkü vahiy peygamberler üzerinden ümmete ulaştırılmakta ve bu ulaştırma bilginin nakledilmesi şeklinde değil, bu elçilerin örnekliğinde gerçekleşmektedir. Vahyin kaynağının korunmasındaki temel işlev, bilginin sıhhati hususunda, herhangi bir tereddüttün oluşmamasıdır. Bu korumanın gerçekleştiği Kur'an'da sarih olarak zikredilmektedir. Ancak en sahih bilginin dahi yalan söyleyen bir elçinin elinde hiçbir anlamı kalmayacaktır. Vahyin ümmete ulaşmasında başka bir usul ve yöntem olmadığına göre zaruri olarak Allah'ın elçilerinin her konuda emin ve güvenilir olmaları gerekir.