Yıllardır yazıp çizen, kalem oynatan ve yazdıklarını bilinçli bir okur haliyle bir hale yola sokmaya çalışan bir öbek yazan, çizen tayfası (yazar kavramını bir statü, kategori haline getirmeyi yeğlemeden) üzerindeki ataleti atıp kendi sözünü kolektif bir düzlemde tüm çoğulluğu ve özgürlüğüyle seslendirmek için bir araya geldi. Bu platform belki bir edebiyat ortamı olarak yarına ve bu coğrafyaya yaratım, kültür, düşünce, üretiminde kendince bir yol haritası çizecek. Belki de yol ortasında çuvallayacak. Ancak bu ülkenin kültürel tarihinde kendine ait bir sözü olması adına deli işi ve belki de "Don Kişotvari" bir serüvene girişecek.
Başka metinler, sözler ve anlatma yolları ararken "söz"ü kapitalist kültürün hegemonik, tekleştirici alanından bir parça sıyırabilirse de küçük bir mutluluğu ortak kılacak.
O halde haydi yola çıkalım. Kaybedecek neyimiz var?
Özgür kalemlerimizle, edebiyat kanonlarının dışında da okurlara söyleyeceklerimiz olduğu zaten ortada değil mi?
Yazmak, hümanizmden doğar, empatiden doğar, vicdanımız bizi zorlar yazmaya…İnsancıl olan iyi olanla hemhal olmak zorunda değil elbette; kötülüğümüzü iyiliğimizle örtmeye çalışsak da hep bir tarafımız şiddete, öldürmeye, yok etmeye eğilimli. Ama acıyı dirim ve dinginlik için kılavuz yapıyor muyuz, asıl mesele bu sanki. Kötülük deriz de, biz kimiz pek tartmayız bu noktada, yüzyılların izinde biz kimiz? Geçmişle yüzleşen "biz" miyiz? Geçmişe vefa borcu nedir, unutulmasını istemediklerimize mim koymaktır belki, gönül pınarımızın coşkun seline baraj kurmaktır, diğerlerine böyle de oldu diye susuzluklarına derman olmaktır. İncelikler bizi var eder halbuki. Yazmak inceliklerimizi anımsamaktır hatta.
Habis hastalıklarımızdan, marazlarımızdan bir parça sıyrılma niyetidir yazı dediğin.
Söyleyemediklerimiz var söylenecek... yazılmamış hiçbir sey yok oysa ki. Söze dair yeni şeyler gerek..
O halde öykülerimizle kendi kurmaca atlasımızın izinde seyrüseferimiz başlasın diyoruz.