Üstünler hukuku ile üstün hukuk ya da "hukukun üstünlüğü" arasındaki farklardan biri "kurucu irade" problematiği olarak somutlaşmakta ve bu durum anayasayı yapan "kurucu meclis ve kurucu iktidar" formülünü kilit sorun olarak önümüze koymaktadır. Gerçek odur ki, teoride tanımlanan siyasal hayat pratikte 'anayasanın kapsadığı siyasal denkleme' dönüş(e)mezken, anayasaların arkasındaki 'güç'ler dengesi de anayasada ifade edilen 'denge' ol(a)mamaktadır.
Bu durum "yazan" ile "yaşananın" arasındaki mesafenin açılmasına ve bu arayı de facto (fiili) biçimde başka güçlerin doldurmasına olanak sağlamaktadır. Anayasa ile tasarlanan siyasal sistem "demokrasinin" kavramsal ve kurumsal şemsiyesi altında biçimsel olarak var olan, adeta kutsanmış bir mabede dönüşmektedir. Doğal süreci dışında "anayasa"ya yapılacak her müdahale, bu "bozulma ve karşıtına dönüşme" riski ile karşı karşıya bulunmaktadır. Anayasa yargısının denetiminde "demokratik, çoğulcu siyasal-anayasal düzene" geçişin ilk belgesi olan 1961 ve onu izleyen yürürlükteki 1982 metinleri birbirine tezat teşkil eden siyasal tercihleri, anayasal norma dönüştüren anayasalardır. Her iki anayasa da oluşturulma biçimi ve anayasal kurumların dizaynı ile aynı anayasa mühendisliğinin "siyasal ürünü" olma ortak özelliğine sahiptir. Anayasanın manüel biçimde düzenlendiği yapılarda ise, siyasal sistem; eski ve yeni doku ile melez toplum özellikleri taşıyan sosyal çevre yörüngesinde işle(tili)rken, devlet, toplum ve hukuk ekseninde, sağlıklı biçimde kurumsallaşarak gelişememektedir. Bu durumda demokrasi, üst aklın kontrolünde "yönetilebilir" şekilde oluşturularak, cumhuriyet de "eksik" olarak kurulmaktadır. Böylece, vesayet altında tutularak yönetilebilir kılınan bir demokrasinin oluşturduğu eksik cumhuriyet'de, kurumsal siyasal yapının merkezinde yer alan anayasa da "siyasal atölye" de imal edilerek yürürlüğe konulmaktadır. Ortaya konulan bu ortak özelliğin anayasa politiği planında uzlaşı merkezi "vesayet rejimi ve onun esas teşkilat hukuku" olarak somutlaşmakta olup, bu durum normatif bir tercih olmaktan öte reel politik olarak kabul edilmelidir.
Anayasal-siyasal kurumsal düzen, tarihsel olarak Batı sisteminin kurduğu demokrasi hattı üzerinde denetimli olarak gerçekleşen bir devlet politikası ile şekillenmektedir. Bu sürecin ürünü olarak ortaya çıkan siyasal yapı, panoptikon tasarımlı sistematik ve onun somutlaştırdığı kurucu anayasa mühendisliği halini almıştır. Siyasal rejim kalıpları ile gelişmekte olan yapılara, Batı'dan ihraç edilen ekonomik, politik ve idari düzenlerin oluşturduğu altyapıların teknolojik ve ekonomik bakımdan sürekli olarak yeni formatlara bağımlı bir küresel düzenin ekseninde yer aldığı görülmektedir. Teknik tasarımı ve siyasal mimarisi ile bu "siyasal rejimler", üretildikleri ülkeler için "demokrasi" olurken, Batı coğrafyası dışında demokrasi adı altında birer "uydu" düzenlere dönüşerek yönetilmektedir. Bu anayasalarında "demokrasi" yazan bu rejimler; ekonomik, politik ve askeri açılardan Batı'nın kontrolünde; Dünya Bankası, IMF, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve NATO şemsiyesi ve kontrolü altında "varlıklarını" sürdürebilmektedirler. Bu yapılarda, "temsili demokrasinin" mekanizmaları kontrol altına alınarak ve siyasal sistem ile toplumsal dinamikler arasında "vesayet" noktaları kurularak; iletişim, etkileşim ve milli iradeyi temsil işlevleri, ancak yeniden öngörülen kalıplara dökülerek gerçekleşebilmektedir. Böylece ana eksenin etrafında oluşan bu gelişmekte olan siyasi yapılar için, küresel yönetim otoritesini oluşturan aktörler tarafından, demokratik değerlerin uygulanabilirliğine "izin" veren siyasi, hukuki ve idari koordinatları belirlenmiş bir vesayet haritası meydana getirilmektedir. Bu yapının günümüzde "kontrol noktalarını" oluşturan stratejik "güç" alanlarından birini de "iletişim ve medya" rejimi oluşturmaktadır.
Batı sistemi ile iki yüzyılı aşan "demokratikleşme ilişkisi"nin ortaya çıkardığı sonuçlardan birisi olarak "Türk Anayasacılığına İhraç Edilen Asırlık Virüs: Panoptikon Tasarımlı Kurucu Anayasa Mühendisliği ve İletişim Sistematiği" tespiti; hukuk ve siyaset alanında açılan "anayasa kuruculuğu şantiyesi" nde ki "inşaanın" siyasi projelendirmesi, hukuki mimarisi ve bu konstrüksiyonda ki network hatları ele alınarak, neden, nasıl ve niçin soruları-cevapları ile birlikte analiz edilerek bu çalışmanın özünü oluşturmuştur. Bu özün taşıdığı siyasi hukuki "kod"un şifreleri, anayasa üzerinden "vesayet düzeninin kurucu hatları" ve onun "iletişim anatomisi"nin nasıl kurulduğu ve bu "siyasi iskelete" nasıl bir "ruh ve canlılık" kazandırıldığı, kitabın son cümlesi tamamlandığında okuyucusunun zihninde ki "anlam" ile somutlaşacaktır. Yazarın emeği ve çalışmanın toplumsal dönüşüme katkısı "bu anlamı oluşturabildiği" ölçüde "değer" kazanacaktır… Bunu anlamanın yegane yolu, okur-yazar olmaktır.