Aşkın bütün güzelliği ve yıkıcılığıyla var ve yaşanabilir olduğunu cesaretle, özgürce ortaya koyan Furûğ'un şiiri, İranlı genç bir kadının baskıcı ataerkil cendereden benliğini ve iradesini kurtarmak için verdiği "ölümüne" mücadelenin de hikâyesidir. Farsçanın ünlü şairlerinden Ahmed Şamlu onu "rüzgârın akışını ve aşk'ı yani ölümün kardeşi'ni kabul etmiş" şair olarak selamladığı şiirinde, bu genç isyancıdan kalanı aramak isteyenlerin "dağın dergâhına, denizin ve otların eşiğine" gitmeleri gerektiğini belirtir. Çağdaşı Sohrâb Sepehrî'ye göreyse Furûğ, en âşıkane coşkuları hayatın aynasında "tefsir eden", sevginin "ağaç üslûbuyla" konuşan, "hiç"in sınırlarına kadar giderek "ışık havsalası"nın ardına çekilen, yokluğuyla "biz"i yalnız bırakmış büyük bir şairdir. Kadın yaşamını her düzeyde baskılayan sistemin ideolojik, kültürel ve siyasal kaynaklarına yönelik şiddetli bir direnci simgeleyen bu şiir sadece İranlı kadınları ve toplum kesimlerini etkilemekle kalmamış, içerdiği eşitlikçi ve özgürlükçü evrensel bildiri tüm dünyada geniş yankılar yaratmıştır.