Ne Erdemli Şehir gibi bir ütopya oldu ne de Toplumsal Sözleşme diyebileceğimiz bir yönetilme oldu ama "gerçekçi bir idealizm" vardı. Karşıtlıklar üzerinden yönetilen bir sistemden ziyade, dağınıklıkları toparlayan, müştereklerde bir araya getiren, hayatın çeşitli boyutlarını bütünleyen bir "denge/vasatiyye" mantığı vardı. Mekân açısından orta yer ya da iki farklı değeri eşitleyerek aritmetik bir ortalama tutturmak anlamına gelmeyen bu denge; ideallerin, değerlerin, düşüncenin yaşanan gerçekliğe entegre edilmesiyle gerçekleşen tekamülleşme sürecinde tevhid açısından tanımlanan bir dengedir.
Dinamik kurucu ögelerini ve bileşenlerini gördükten sonra, bu ümmete isnat edebileceğim en yakın sıfatın "kutuplayıcılık" olduğunu fark ettim. Bu sıfat, farklı kabile ve halkları yörüngesi etrafında toplama yeteneği ve gücü olan ümmete çok yakışmıştı. Bu ümmet örf, renk veya bölgeye dayalı olmayan; tarih boyunca farklı kabileleri, halkları ve dilleri bir araya getirip onları aydınlatan bir dinamo görevi gören bir çağrı (davet) ve misyona (risalete) dayanır.
Kutup ümmet, ümmetlerin kendilerine has özelliklerini ve karakterlerini yok etmeden, onları sarıp sarmalar ve homojenleştirir. Bir yandan onları toplayıp birleştirirken, diğer yandan bu çeşitliliği zenginleştirerek korumaya çalışır.