23 yaşındaki bir genç kız, güzelliği ile değil zekâsıyla, aklıyla değil hırsıyla, sevgisiyle değil beklentisiyle Mustafa Kemâl'in gönlüne değil kafasına girmeyi başarıyordu.
Küçük yaştan beri, ailenin en büyük çocuğu olma özelliğini çok iyi kullanarak hükmetme duygusunu geliştiren Lâtife Hanım, evliliği sırasında da bu huyundan asla vazgeçmedi. Hal böyle olunca, gün gelip hiç ihtimal vermediği bir zamanda terk edilince, pişmanlığının sınırı da umduğundan büyük oldu. Lâtife Hanım'ın bu tutumuna bir de farklı iki ruhun bencilliği eklenince, zaten temeli bir takım beklentiler üzerine kurulmuş olan bu evlilik gereksiz bir beraberlikten öteye geçemedi.
Kısasüren bu evlilik alışkanlıklarla, beklentilerin mücadelesi içinde geçerken, mutluluğun ve huzurun bu kısazaman parçası içinde izlerine rastlamak mümkün olmamıştır. Ara sıra yaşanan kısavadeli mutluluklar ise Lâtife Hanım'ın doğasından gelen hırçın yapısının neden olduğu tartışmalarla bir sabun köpüğü gibi sönüp gitmiştir.
Bir tarafın sabrı diğer tarafın tahammülsüzlüğü ile çarpışmış, bir tarafın hoş görüsü diğer tarafın hırçınlığı ile mücadele etmiş, bir tarafın mutlu etme ve mutlu olma çabası diğer tarafın hükmetme duygusu karşısında çaresiz kalmıştır.
Bu kısaevlilik sırasında Gazi Mustafa Kemâl'in Lâtife Hanım'dan beklentisi, Türk kadınına örnek olması ile sınırlı idi. Gazi, geçmişte çok hırpalanmış, hak ve hukuku ayaklar altına alınmış olan Türk Kadını'na giyimi, hâl ve hareketi, bilgisi, kültürü ve eğitimi ile Lâtife Hanım'ın örnek olacağını sanmıştı. Mustafa Kemâl Paşa'nın bu evlilikten daha fazla bir beklentisi de yoktu. Oysa Lâtife Hanım'ın, Mustafa Kemâl Paşa'dan beklentisi hem çok farklı hem de sınırsızdı. İstekler ve beklentiler mutlaka ve mutlaka yerine getirilmesi gereken adeta birer emir haline dönüştüğü zaman, Gazi'nin karşı konulmaz iradesi ile karşılaşıyordu. İşte bu noktada da Lâtife Hanım'ın hiçbir zaman frenleyemediği taşkınlığı ve hırçınlığı ortaya çıkıyordu.