Kitapları da masalları da yabana atmamak lazım. Farkına varmasak da bazılarının etkisi uzun sürer. Önce usulca içe işler; sonra kendiliğinden bir kaynak bulup hayata, zaman zaman da onun ötelerine taşar. Kendini aşarken sır saklamayacak, onlardan kaçmayacak bir açıklığa ulaşır.
Masallar da kitaplar da hiç hesapta olmayanların, adı henüz konmamışların tohumunu ekiyor zihne. Dönüşmek, değişmek, kendinden geçmek, kabuğundan sıyrılmak, yeniden doğmak, kendine gelmek gibi şeyler…
Masalcı Ana, tam da adı üstünde, bir masal sandığı. Ama masal sandığımız aynı zamanda hayatın kalbinde değil mi? Bizler orada başka hayatlara vardığımızı sanıyoruz ama hiç fark etmeden saklı doğamıza da uyanıyoruz.
Anlatırken doğuran, kendinden ve kendiliğinden çoğalan bir bedeni ve ruhu var Masalcı Ana'nın. Kabına sığmayan, taşan; sözcüklerle olduğu kadar yaşanmışlıklarla ve yaşanacakların heyecanıyla da coşan. Belki de bu nedenle bir kez daha hatırlatmakta fayda var: İlk kitapların ve içe işlemiş masalların etkisini yabana atmamak lazım.