O yanındayken böyle bir derdi tasası olabilir miydi? Fonda hırıltılı bir nefes ve derin öksürükler arasında kulaklarına çarpan sevda çığlıkları, seker at halindeki bir hastanın ölmeden önce dinlediği kutsal metinler gibi tesir yapıyordu. İçi genişliyor, huzurla doluyordu. Vuslatın Tur'unda gözleri kamaşıyor, başı dönüyor, ayakları yerden kesiliyordu. Umurunda değildi artık corona… O şimdi sevdanın miracında mütevekkil bir mümin gibi huzur içinde geziniyordu.
İçinden geçenleri mavi gözler kitabından okumak için başını kaldırmaya çalıştı. İnce boynu deforme olmuş bir yayı andırıyordu. Düzensiz hareketlerle salınıyor, bir karara varamıyordu. Öksürükten fırsat bulduğu bir an yüzünü yüzüne yaklaştırdı. O kadar derin ve duru bakıyordu ki… Kendi bulanık iç dünyasına karşı bu netlik imrenmeyle karışık kıskançlık duygularını harekete geçirmişti. Neden ben de böyle olamadım diye kendi kendini yargılamaya başladı. İçine düştüğü sara nöbetinden küçük burnu üzerinde gezinen ıslak dudakların ateşli dokunuşları çekip aldı. Kendine gelir gibi olmuştu. Bu sefer de şehvetin etkisi altına girmek üzereydi. O kadar yorgun ve yıpranmıştı ki bu zorlu mücadeleyi kaldıracak durumda değildi. Taşımakta zorlandığı başı yeni bir öksürük tufanını gizlemek için göğsüne düştü.
Mehmet minik kara gözlerini istiridye gibi sıkı sıkıya kapayan dantel işlemeli göz kapaklarına tutturulmuş kıvrımlı kirpiklerinde toplanan gözyaşlarını polen toplayan bir arı hassasiyetiyle dilinin ucuyla topladıktan sonra bir ölüye ait olduğu hissi uyandıran başını göğsüne yasladı, omuzlarına doladığı kollarıyla bir anne şefkati, bir baba koruyuculuğuyla kucakladı. Tam bir teslimiyetle kendisini sevdiğinin inşaatına terk eden Zeynep arada bir öksürmek için başını göğsünden aralıyor, sakinleşince lanetlenmiş bir günahkâr pişmanlığıyla tekrar o huzur yastığına gömülüyordu.