Türkiye-Suriye sınırının Nusaybin sınır hattı ve bölgesi üzerine yapılmış bu etnografik çalışmada, sınır hattında yaşanan olaylar ve tecrübeler, bu bölgede yaşayan sıradan insanların hayat hikayeleri ve şahitlikleri üzerinden analiz edilmektedir. Tasavvur edilen devletin, ulusun ve milli kimliğin uçlarını da belirleme vasfı taşıyan politik sınırlar ve onları belirleme, inşa etme, koruma ve güvenliğini sağlama süreçlerinde farklı devlet aygıtlarının devreye sokulduğu görülmektedir.
Sınırın, devlet söylemindeki sınır algısı, kanun, sınır taşları, tel örgü, mayın, gözetleme kulesi, karakol, asker ve benzeri eyleyenlerin devreye sokulması ile ayrıştırıcı, yaralayıcı ve öldürücü bir mekanizmaya zaman içinde dönüştürülmüştür. Ancak, yerel toplumun, gündelik hayatta sürekli şiddet üreten bu yıkıcı mekanizmaya tepkileri ve kurdukları sosyo-ekonomik ilişkiler çok farklı boyutlarda olmuştur. Bu kitap, sınır insanlarının algılarını, sınıra karşı geliştirdikleri farklı tavırları, direnme formlarını ve mayınlı alanla gündelik hayatta kurdukları ilişki biçimlerini antropolojik bir perspektif ile sunmaktadır.
Bu çalışma, Osmanlı mirası olan bir coğrafyada çizilen politik sınırların, geçmişin hafızasını silemediğini ve "illegal" olarak devam eden farklı sosyal, ekonomik ve kültürel pratikler ile bunu görebilmenin mümkün olduğunu iddia etmektedir.