Bir medeniyetin başka bir medeniyete son verebilmesi, sanıldığı gibi o medeniyet ile çatışarak, polemiğe girerek ya da savaş meydanlarında mağlup ederek olacak bir şey değildir. Bu, ancak insanların eşyaya, hayata ve ölüme, bilime ve teknolojiye, özgürlük ve adalete dair var olan medenıyetten daha öte şeyler söylemekle olur. İnsan gerçeğine daha doğru yaklaşmakla olur. Her alanda yeni bir paradigma ortaya koymakla olur. Dengeli bir şekilde alet ve kült üretmekle olur. Bir dünya tasarlamakla ve bunu belli bir coğrafyada yaşama geçirmekle olur. Bu anlamda bir medeniyetler çatışmasından söz etmek, illüzyon ve anlamsızdır.
İnsanlığın problemlerini çözebilmek ve yaşanılabilir bir dünya inşa etmek için, model merkezli din anlayışından değer merkezli bir din anlayışına geçmek gerekir. Dünya kurulduğundan beri evrensel değerlerin hiç değişmediğini görüyoruz. Nuh Kanunları, Musa'nın On Emri, Konfüçyüs'ün Beş Buyruğu ve Buddha'nın Beş Doğru Davranış Yasası hep aynı şeyleri söyler. Adalet, ahlak, akıl, aşk, adap, edep vs. Bu kadim değerler tarihin çimentosudur ve dünya var olduğundan beri önemini devam ettirmektedir. Medeniyeti bu parametreler üzerinden kurguladığımızda, yaşanılabilir bir coğrafyada hayat, emniyet ve düzen içinde devam eder. Aksi, medeniyet değil, kriz ve kaosların hâkim olduğu bulanık çağdır...