Tasavvufun anlaşılması için yaşanması ve tadılmasının yanı sıra, söz ve yazıyla anlatılan bir tarafı da vardır. İlk dönemlerden itibaren sûfîler yaşadıkları halleri anlatmak için risale ve kitaplar kaleme almış ve yazdıkları eserlerde ortak bir dil oluşturmaya çalışmışlardır. Onların bu çabaları diğer ilim dallarında olduğu gibi tasavvufta da kendine özgü ıstılah, terim ve deyimlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Doğuşundan itibaren birçok sûfî müellif tarafından tasavvuf terimleriyle ilgili müstakil eserler yazılmış ve bu alanda geniş bir literatür oluşmuştur. Gerek terimlerin teşekkülü, gerekse yaşanılan tasavvufî tecrübelerin aktarılması açısından V.(XI.) yüzyıl müelliflerinden Ebû Abdullah el-Ensârî el-Herevî'nin ayrı bir yeri vardır. Farsça ilk tasavvufî didaktik eser özelliğini de taşıyan Sad Meydân'ın da yazarı olan Herevî, sâlikin seyrü sülûk sırasında kat etmesi gereken mertebeleri anlattığı Menâzilü's-Sâirîn'i kaleme almıştır.
Prof. Dr. Abdurrezzak Tek'in tercümesini yaptığı bu eserde müellif, seyrü süluk mertebelerini "bidâyet, ebvâb, muâmelât, ahlâk, usul, evdiye, ahval, velâyet, hakikat ve nihâyet" olmak üzere on bölüme ve her bölümü on alt mertebeye, her bir mertebeyi de üç ayrı dereceye ayırarak ele almıştır. Ayrıca, müellifin "irade, zühd, tevekkül, sabır, hüzün, havf, recâ, şükür, muhabbet ve şevk" olmak üzere on makamı halk ve havas seviyesinde iki aşamalı olarak ele aldığı İlelü'l-Makâmât adlı kısa risâlesinin tercümesine de bu eserde yer verilmiştir.