"Milliyetçilik, hakim literatürde ve pratik siyasette toplumsalın geneline nüfuz etmiş bir duygu durumu olarak değil, siyasi ideolojilerden herhangi biri olarak anlaşılmaktadır. Bu durum milliyetçiliğin yalnızca onu savunduğunu ya da taşıyıcısı olduğunu iddia eden partilere has bir fikir olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Söz konusu partilerin başarıları ya da yakaladıkları popülarite, milliyetçiliğin yükselişi olarak anlamlandırılmaktadır. Oysa milliyetçilik, modern devletin oluştuğu andan itibaren hep sahnededir, sadece doğru soruları sorarak onun modern devletin doğa durumunu temsil ettiğini ortaya koymak gerekmektedir."
Bu çalışmada milliyetçilik Türkiye'nin modernleşme sürecinin merkezinde yer alan toplumsal dinamiklerden en güçlüsü olarak ele alınırken aynı zamanda solda ve sağda birbirinden çok farklı grupların buluştuğu bir ana akım, bir platform olarak da değerlendiriliyor. Solda sosyalist ve Atatürkçü değerleri savunan YÖN-Devrim hareketi ile sağda İslami muhafazakar değerleri savunan Aydınlar Ocağı'nın milliyetçiliği kendi siyasi gündemleriyle nasıl mezcettikleri, bu sayede siyasetlerine meşruiyet sağladıkları ve bütün bunları bilinçdışı bir koşullanma sonucu elde ettikleri ortaya konmaya çalışılıyor. Çalışmada milliyetçilik araçsallaştırılmış ve içi boşaltılmış bir ideoloji olmanın ötesinde Türkiye'nin modernleşme sürecine sinmiş ve nesiller boyu yeniden üretilmiş bir zihniyet olarak tarif ediliyor.