Deleuze ve Guattari'nin ortak çalışması, başından sonuna, günümüz için önerilmiş yeni bir politik felsefe olarak okunabilir mi? Bu düşünürler, yaşamı yargılayan ve tanımlayan majör ve bütüncül sistemler yerine, yaşamı icat eden, yaratan minör-oluşlara güven duyarlar. Özdeşlik değil farkın, temsil değil yaratımın, yorumlama değil ifadenin, devlet değil çoklukların politikasına güvenmektir bu. Tam da bu yüzden onların düşüncesinde, ne kadar ararsak arayalım, politikayı ayırt edilmiş, müstesna bir etkinlik alanı olarak bulamayız. Aksine minör-oluşların işlediği her yerde politika da işlemektedir, politika yaratıcı kuvvetlerin etkin olduğu her yerdedir.
Minör Politika da, Aydınlanma'dan günümüze bu yaratıcı kuvvetlerin, arka planda kalmış bir düşüncenin izini sürer. Felsefeden sosyolojiye, edebiyattan sanata ve politikaya, hâkim majör sistemleri altüst eden minör-oluşları kat eder. Erginliği ve egemenliği normlaştıran majör politikanın karşısında, bu minör-oluşlar yeni var olma biçimleri, yeni hissetme ve eyleme tarzları yaratır. Minör politika, temsilin değil yaratımın alanıdır. Bu yüzden o egemenlik gibi gelip yaşama kendini sonradan eklemez. Aksine şimdi politika dolaysızca bir yaşama sanatıdır, sanat ise bir yaşam politikası. Bu yüzden Minör Politika'da, Sade'dan, Sacher-Masoch'tan, Kafka'dan, Malevitch'ten çağdaş sanatçılara kadar, konu edilen pek çok sanat ve edebiyat figürü birer politik düşünür gibi ele alınır; Lenin, Bakunin ve Foucault gibi politik düşünürler ise yaratıcılıkları, zamansızlıkları, yeniyi ortaya çıkarabilme güçleri açısından yorumlanır.