Hiçbir savaşın; toplumların ve ülkelerin birdenbire silaha sarılmaya karar vermelerinin sonucu olamayacağını anlamak güç olmasa gerek. Buna rağmen, geçmişin araştırılmasında siyasi ve askerî tarihe odaklanmaktan fazlasına ilgi gösterilmemesinin nedeni ne olabilir?
1914 yılına kadar Avrupa toplumsal ortamını şekillendiren sanat, bilim ve edebiyat içinde "değersizleştirilen bir şeyler" olduğu, ilginçtir ki hâlen fark edilmeyi bekler gibi. Avrupa imparatorlukları, toplumlarına karşı duygusal bağ taşımayan, hatta çoğu zaman aynı milletten dahi olmayan, evliliklerle akrabalık bağı kuran aristokratlar tarafından yönetiliyor; kilise, güç yarışından eksik olmuyor; seferberlik için düğmeye basıldığında her ülke yekdiğerinden geride ve eksik kalma korkusu ile milyonları bir çırpıda askere alıp cephelere sürebiliyordu. Öyleyse en başta değersizleştirilen "insan"dı.
Kültürel emperyalizm, hakikat tasasını önemsizleştirdiği kitleleri önce düşünmeyi sevmez sonra da düşünemez hâle getirirken kendini olduğundan farklı gösteriyor. Ana akımın kalemleri ise tarihi açıklamaktan çok örtük anlatımın rahatı içinde gözüküyor. Geçmiş, gerçekte sadece kalabalıklaştırılmış sayfalar içinde, âdeta insani olan ne varsa ondan arındırılmış, sonuçta çoğu kişinin "zaten olan olmuş" diyerek bir süre sonra bir benzeri içinde kendini bulduğu bir masala dönüştüğünde payımıza kanıksamalardan daha fazlası düşmeli. Mitler; putlar gibi…insanlığın ilerleyişi önünde, kırılmayı bekliyor.