Anadolu, en yiğit çocuklarını Kabataş Erkek Lisesi'ne gönderdi. Onlar bu kutsal görevi onurla ve gururla üstlendiler, başarılı olmak için çaba sarf ettiler; kimi zaman güldüler, kimi zaman ağladılar. Onlar et ve kemik gibi tek bir bütündü. Aynı şehre, aynı bölgeye ait olmasalar da onlar yürekte ve ruhta aynı rengi aynı özlemi taşıdılar. Öğlen yemeği sonrasıydı. Derslerin başlamasına henüz vardı. Sırama oturmuş bir şeyler çalışıyordum. Öğrencilerin çoğunluğu dışardaydı. Yazı yazıyordum. Birden sıranın sallandığını hissettim. Deprem mi oluyor diye düşünmedim değil. Fikret'in kafasını sağ elinin üzerine koyup ağladığını gördüm. Her bir hıçkırığında sıra yukarı-aşağı sağa-sola hareket ediyordu. Fikret ne oldu? Soruyu sormamla ağlama temposu daha da arttı. Kendimi suçlu hissettim. Hiç yapmadığım bir şeyi yaptım, sağ kolumu kocaman omzunun üzerine attım, Fikret'i hafifçe kendime doğru çekmek istedim. Gururluydu. Elimi sinirli bir şekilde itti. Belli ki acıma duygusunun kendisine gösterilmesini istemiyordu. Doğruldu. Mendiliyle siyah gözlerini sildi. Ciddi sorunları olduğunu hissediyordum. Ben de ikinci sınıfta zor günler yaşadığım için empati kurmaya isteklendim. Fikret niçin ağladığını söylemek istemedi ama ısrar ettim. Fikret bir cevap vermek zorunda olduğunu anladı: Kâtip, sınavlarda bana yardımcı olmuyorsun, kopya çekmeme izin vermiyorsun, beni üzüyorsun. Öyle bir gerekçe söylemişti ki her ikimiz de bunun doğru olmadığını biliyorduk. Sıra tekrar ama bu kez öncekinden daha hızlı titremeye başladı çünkü her ikimiz de kahkahalarla gülüyorduk.