Daha önce yayınlarımız arasında çıkan İslam düşüncesi üzerine çalışmaları ile tanıdığımız Seyyid Hüseyin Nasr, bu kitabında Molla Sadra'yı genelde sanıldığı gibi bir "feylesof" gibi değil, bir "hakim" olarak;
Yunan felsefesinin şu ya da bu kanadının mensubu olarak değil, ezeli hikmet'in (perennial philosophy ya da hikmet-i halide veya cavidanhired) bir sözcüsü olarak görüyor.
Dolayısıyla Molla Sadra kendinden önceki Yunanlı "muallimler"den olduğu kadar İslam düşüncesinin ve irfanının üstadlarından, özellikle de İbn Sina, Sühreverdi ve İbn Arabi'den çok şeyler almış, buna mukabil tüm bu tevarüs ettiği birikimi yepyeni ve kendisine has bir terkip içinde billurlaştırmıştır.
O, Hakikat hakkında yeni bir teori ortaya atmıyor, fakat, Hakikat tek bir bakışta kavranamayacağı için onu (bir dağa benzetilirse) değişik bir zaviyeden mükaşefe ediyor.
Ayrıca Molla Sadra, İbn Rüşd'ün ölümüyle bitti sanılan İslam düşünce hayatının 17. yüzyıl gibi geç bir dönemde bile ne cevherler yetiştirebileceğini göstermesi açısından da son derece önem taşıyordu.