Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapıları 1993 yılından beri mühürlü. Bu durum, iki komşu ülke ve her iki yakadaki insanların hayatlarının yanı sıra, bütün bölgeyi olumsuz şekilde etkiliyor; üstelik, sınırın kapatılmasının gerekçesi olan Dağlık Karabağ ihtilafının çözümünü daha da karmaşık bir hale getiriyor.
Hrant Dink Vakfı'nın Kasım 2014'te Ankara Üniversitesi'nde, Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü'nün işbirliğiyle düzenlediği 'Mühürlü Kapı: Türkiye-Ermenistan Sınırının Geleceği' başlıklı konferans, konunun çok çeşitli boyutlarıyla ele alındığı, geniş katılımlı ilk akademik toplantı oldu. Bu kitapta bir araya getirilen tebliğler, 'kapalı sınır'ı siyasi, iktisadi, toplumsal, çevresel, insani ve bölgesel yönleriyle mercek altına alırken, Kafkasya'da barışı inşa etmenin olanaklarını da inceliyor ve bu alanda temel bir kaynak oluşturuyor.
"Günümüzde sınırlar küreselleşme nedeni ve sonucuyla iyice anlamsızlaştı. Bu genel gidişata rağmen, yaşadığımız topraklar hâlâ sınırlarıyla, hatta kapalı sınırlarıyla anılıyor – biri Ermenistan sınırı, diğeri duvar niteliği taşıyan Kıbrıs-Lefkoşa'daki sınır. Bu devirde kapalı sınırlar, ülkeyi yönetenlerin sorun çözmede ne kadar 'sınırlı' kaldıklarını iyi betimliyor.
"Bu konferansta, kapalı Ermenistan sınırının tarihini ve bugünkü durumunu ele alan tebliğler sınırın yarattığı iktisadi, siyasi ve beşeri tahribatı gösterdi. Sınırın tel örgü ve askerle betimlenen bir nokta değil, aynı zamanda zihinlere kazınmış bir çizgi olduğunu birçok çarpıcı örnekle gördük.
"Devletlerin gönülsüzlüğü, siyasetçilerin çıkarları, diğer yandan yapay zihinsel engeller, sınırın açılmasını talep edenlere bir tek seçenek bırakıyor: İnsanlar arasındaki sınır ötesi ilişkileri ve her türlü alışverişi ısrarla derinleştirmek, güçlendirmek..."
Cengiz Aktar'ın kapanış konuşmasından.