Mus'ab, odanın kapısından içeri girdi. Henüz yeni abdest almıştı. Odanın ortasında durduğunda beyaz gömleğinin kollarını düzeltti. Siyah sakalının üzerindeki su damlaları süzülerek billurlaşıyordu. Siyah ve gür sakalı, yüzünün aydınlığını yanaklarında toplamıştı. Parlayan gözleri birer yakamoz, ışıldayan dişleri birer inciydi. Uzun saçları, yer yer kıvrım kıvrımdı. Bakakalmıştık! Hz. Yusuf Peygamber'i hatırlayıp "Mus'ab da bu ümmetin Yusuf'udur." demekten kendimizi alamamıştık.
Latif insan Mus'ab!
Şimdi otuz yedi yaşındadır. Beyazımsı teni, nurani yüzü, birçok insanı kendine hayran bıraktırıyor. Kulakların üs-tüne dökülen siyah saçları ve yüzünü çevreleyen gür sakalı güzelliğine güzellik katıyor. O, bakanlara zarafetin görülmemiş billurluğunu sunuyor. O, yüzlerce insan içinde de olsa duruşu ve olgunluğuyla fark ediliyor. Konuşunca tane tane konuşuyor; sözlerini sanki bir süzgeçten geçirerek bir bir damlatıyor. Vallahi Mus'ab'ın oturuşu, duruşu ve anlattıklarına doyum olmuyor.