Her şeyin kurşun grisi bir pesimizme, kaba bir materyalizme, bitkin bir decadénce sürüklendiği; hayata inancın hâzan rengine, ümitsizliğe ve inkâra dönüştüğü 19. Yüzyıl Avrupa'sında, beklenmedik bir gür ses, bir protesto sesi yükselir ve bir kaplan atılımıyla hayatın uçurumları üzerinde dolanmaya başlar. Derin bir rüyadan uyanan bu demonvâri güç, bu dinamit zekâ, daha yirmi yaşlarında iken haz ve ıstırabın yoğurduğu oluşa, varoluşa ve hayata, bizim Yunus'tan öğrenmişçesine, "nârın da hoş, nûrun da hoş" diyebilmiştir. Hayatı bütün paradokslarıyla bir "amor fati" olarak kucaklayan bu dehâ, insanlığa hayatın kutsiyetini ve varlığın mâsûmiyetini öğretmeği kendine dert edinmiştir. Ona kulak vermeliyiz, onu can kulağıyla dinlemeliyiz!... İnkırazımızın yankılarını onun yanık nağmelerinde bulabiliriz. Friedrich Nietzsche'yi iyi tanımalıyız; iyi tanımalıyız ki, nasıl bir hazînesinin üzerinde oturduğumuzu daha iyi anlayabilelim...