Hele hararetli ikindilerin gölgeleri biraz sarksın, bir de o zaman görün Nil'i siz. Bir yanda balıkçılara ait küçücük kayıklar... Bir yanda suya dalıp dalıp çıkan martılar... Bir yanda da uzaktan kanatlarını dikmiş birer kuğu gibi görünen beyaz yelkenliler... Ve bütün bunların aralarından, iki-üç dakikada bir ok gibi fırlayıp gelen jet skiler... Hafif bir sisin sihirlediği bu çarpıcı manzaraya, bir de yüzen bir turist gazinosundan dökülen Arap müziğinin dokunaklı nağmeleri eklenince, kendinizi bir an doğu ile batının birleştiği düşler diyarında hissedersiniz.
İnsan, Nil'e nasıl bakarsa öyle görür. O bazı gözlere süslü bir sülün, bazılarına da üzgün bir gelin gibi görünür. Kimileri onu cennetten akan bir ırmağa, kimileri de Afrika'nın aç çocuklarından dökülen gözyaşlarıyla, bağrı yanık analarından kopan ağıt taşkınlarına benzetir. Onun, Nil şairi Hafız İbrahim'in mısralarından Firavun papirüslerine, Mısır'ın abıhayat akan çeşmelerinden televizyon dizilerine kadar; geçmediği, akmadığı zaman ve mekân neredeyse yok gibidir. Kısacası, Nil aktıkça Mısır'da hayat devam edecektir. Çünkü Kahire Mısır, Mısır da Nil demektir.