Temmuz ağustos aylarıydı. Tam da nilüfer çiçeklerinin açma zamanı. Mutlu bir hayatı olan Nilüfer'in kocası, ünlü bir sanatçıydı. İkiz oğullarıyla taçlanan güzel yaşamlarının bir yalandan ibaret olduğunu o sabah gazetedeki bir haberi okuyunca anladı. Grubuyla turnede olan Tufantın ihanetine uğradığını öğrenmişti. inandığı tüm değerler kökünden sarsılan Nilüfer, arabasına binip yola çıktı. Bu yolculukta hayatını ve geçmişini sorgulamaya başladı. Ani bir kararla arabasmın direksiyonunu Şile yönüne çevirdi. Ama bu kararın hayatını nasıl derinden etkileyeceğinden habersizdi. Direksiyonu çevirdiğinde kaderinin de çarkını çevirdiğini bilmiyordu.
Cihan, samimi bir zaman diliminde bile Nilüfer'i çözememiş, sürekli kadının görünmez zırhlarına çarptığını hissetmişti. Nasıl bu kadar samimi görünürken mesafeli kalabiliyordu? Cihan'ın çarpıp durduğu o zırhları üzerinde orantılı bir şekilde taşıyordu. Kadının yüzündeki hüzün, onu çok etkilemişti. öyle hissediyordu ki, o hüzün bu güzel yüze kısa bir süre önce yerleşmişti. Belli ki, uzun süre orada kalmayı planlıyordu.