Ya Hafız, ya Kebikeç! Uzun, çok uzun zaman, önce, zamanın yavaş aktığı o kadim günlerde kitapların zamana direnmesini sağlamak büyük meseleydi. Binbir zahmetler Hint'ten, Semerkant'tan gelen kağıtlara hattatlar göz nurunu döker, müzehhipler bileklerinin sancısını bırakır, mücellitler alınterini kadar; böylece kağıtlar kitap olur çıkardı. Ancak o güzelim kitaplara kurtlar musallat olur, etlerine ilişir, şirazelerinden boşalmalarına yol açardı. Rivayet o ki bir gün, bir kitap buldular. Bir kurtçuk kitaba dadanmış, son sayfaya dokunmamıştı. Sağ kalan son sayfada "ya Kebikeç" yazıyordu. Böceklerin sultanıydı Kebikeç. Onun mülkünde olduğunu anlayan böcek, yemeyi derhal bırakmıştı. O günden sonra hattatlar her kitabın başına "ya Hafız, ya Kebikeç" yazar oldu. "Kebikeç" sözcüğünün aslının Süryanice olduğunu sanıyoruz. Kimileri onun haşereleri yok etmekte sorumlu bir melek, kimileriyse kitap kurtlarının efendisi olduğunu söylüyor. Tıp yazmalarına bakılırsa zehirli bir bitkinin adıydı Kebikeç, özü çıkartılıp mürekkebe katılıyordu. Kendi canından verip kitapları yaşatıyordu. Kimileri düğün çiçeği diyordu ona, kimileri kırlangıç otu. Hangisiydi gerçekte, bilmemiz zor. Ancak şu kadarını kesinlikle biliyoruz: O büyülü günlerden bu yana kitaplarımızı hep Kebikeç korudu.