Bilinmezlere doğru yola çıkmıştım da, bu kadar çok bilinmezin daha adımımı atar atmaz ortaya çıkması, 'dakika bir, gol bir' değil, ilk dakikada kaleme atılmış dört gol gibiydi. Okyanusun ortasında bir başıma kalmış gibiydim, dev dalgalar beni yutuyordu adeta. Bir geminin böylesine kötü olabileceğine ihtimal bile vermemiştim. İnip gitmeliydim… İnmeliydim bu gemiden bir an önce… İnmeliydim… Denize açılmadan… Durmayan bir öksürük kriziyle iki büklüm olmuş halde kendimi açık havaya, kıç tarafına zor attım. Öğürmeler ve boğulurcasına süren öksürükler kesilip nefesim normale dönene kadar orada öylece oturdum. Düşünmeli ve kararımı vermeliydim. Geminin denize açıldıktan kaç gün sonra tekrar karaya varacağına dair hiçbir fikrim yoktu, sonradan pişman olmak istemiyordum. Gözümün önüne Süvari Hanım'ın yalvaran gözlerle bakıp "Açız!" demesi, sıcak yemeğin müjdesini alınca gönül rahatlığıyla kamarasına dinlenmeye geçmesi geldi. Böyle durumlarda annelik duygusu ağır basıyor galiba. Ne de çabuk sahiplenmiştim onları. İnmek fikrinden vazgeçip işe koyulmaya karar verdim. Ayrıca, onlar katlanabiliyorsa ben de katlanabilirdim. İlkgünden pes etmek de ne demekti? Aşılacak bir okyanus vardı. Ya onu aşacak ya da dev dalgalarına teslim olacaktım. Ben, okyanusumu aşmaya kararlıydım.