Blogger var, vlogger var, Cem Mumcu ne yapar derseniz, 'dialogger' oldum derim. Ben uydurdum. Türkçede yok, internetçede "İnsana dair her şeyi dolaysız, içten, mış gibi yapmadan dinleyen, konuşan, soran, cevaplayan" demek olsun bundan sonra. Yanıma sürekli oyun arkadaşlarımı alacağım. Onlar soracak, ben söyleyeceğim. Ben soracağım, onlar söyleyecek. Kimsenin kimseyi sobelemediği bir oyun bu; birlikte kurup, birlikte oynayacağız."
Kaygılarımla nasıl başa çıkacağım? Öfke kontrol edilebilir bir şey mi? Neden aldatılıyoruz? Neden aldatıyoruz? Aşk gerçekte nedir? İnsan neden gider? Gerçekten kaçabilir miyiz? Teknoloji ve sosyal medya bize ne yapıyor?
Tüm bu soruları ve daha onlarcasını, birbirinden farklı yaşlardan, mesleklerden, geçmişlerden, cinsel kimliklerden gelen 'oyun arkadaşları', Cem Mumcu'ya sordu. Yanıtlar aldı, yeni sorularla karşılaştı. Konu konuyu açtı, derinlikli, sahici, mış gibi olmayan büyük bir söyleşi elinizde bulunan kitaba dönüştü.
Bu kitabın sayfalarında 'ağzından bal damlamakla' yetinen bir Cem Mumcu görmeyeceksiniz. Bu, öyle bir söyleşinin kitabı değil. Bal, mutfakta. Bu kitaptaysa ağzından gerçekler damlayan bir Cem Mumcu sizi bekliyor.
Bazen canınız yanacak. Cem'in de dediği gibi "Biraz canınızın yanmasına izin verirseniz, canınızın yanması geçecek" çünkü. Bazen öyle bir yer gelecek ki "Cem'in bu anlattığı ben miyim? Ben olabilir miyim?" diye soracaksınız. İhtimaldir ki, bu soruyu sorma cesaretini de gösterdiğinize göre evet, o sizsiniz.
Bugüne dek birçok söyleşi dinlediniz, birçok kitap okudunuz belki de. Ölmeden önce mutlaka gitmeniz gereken 100 yere, ölmeden önce mutlaka yemeniz gereken 100 yemeğe, ölmeden önce mutlaka izlemeniz gereken 100 filme de olasılıkla birçok listede, birçok kaynakta tanık oldunuz.
Hazır olun. Şimdi Cem size "Ölmeden önce mümkünse yaşamanız gereken 1 hayat var" diyor. 'Mutlaka' değil 'mümkünse' ve 100 adet değil yalnızca 1 tane…