Ölü Canlar
Madımak Oteli'nde insanlarımızın yanışını televizyondan izlemiştim. Bu görüntüler insanımızı derinden yaralamış, beni bunalıma sokmaya yetmişti.60'lı yılların sonlarına doğru akşamüzeri babam eve gelmişti. Yozgat'ta idik o yıllar, babam sürgüne gönderilmişti, ben lise öğrencisiydim. Kapıdan girdiğinde üstü başı iyi görünmüyordu. "Neredeyse bizi yakıyorlardı!" demişti. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın Kayseri'deki bir kongresine gitmiş, kongrenin yapıldığı sinema ateşe verilmişti. Fakir Baykurt babamın yakın arkadaşıydı. Hepsi Köy Enstitüsü mezunu, birer 'aydınlanma savaşçısı'ydı.Madımak Katliamı bana o günü anımsatmıştı. Demek ki bu durum, belki de Anadolu'da tarihsel bir gelenekti ve her an tekrarlanabilirdi... Yakmak, acı çektirmek, iz bırakmamak, küllerini rüzgâra savurmak...Ölenlerin arasında birkaç yakın arkadaşım, sevdiğim yazarlar vardı... Onları o dönemin meyhanesi Kardelen'den tanıyordum. Birkaç yıl sonra bir gün, mahkeme başkanının son kararında söylediği cümleyi, "Türk Ulusu tarihte geçirdiği en zor dönemlerde bile böyle vahim bir olay görmemiştir..." dediğini okudum bir gazetede. İşte o an 'bu olay unutulamaz, geçiştirilemez, görmezlikten gelinemez' dedim kendi kendime. İçinde bulunmadığım, uzaktan, TV'de izlediğim bir 'katliam'ı yazacaktım ilk kez. Davada müdahil bir avukat arkadaşıma gittim, bütün dosya ve belgeleri istedim kendisinden. Sıra, "içinde olmadığım" acı verici bir öyküyü tasarlamaya gelmişti...Ölü Canlar, böyle yazıldı.
Devamını Oku