Bir adam, bir pansiyon odasında, Âdem olmanın zorluklarıyla baş etmeye çalışırken buluyor kendini. Yalnızlığı, iç içe geçmiş aşkları, umutsuzluğu, yoksulluğu, açlığı, savaşları, kadınları, erkekleri, dünyanın yaratılışını, Tanrı'nın varlığını, evrim teorisini, kuantum fiziğini, uzayda hayatın var olup olmadığını ve en çok da Özgürlük Saçlı Kadın'ın onun farkında olup olmadığını düşünüp duruyor.
Ve kazanmanın sarhoşluğuna kapılacakken, bir kaybeden olduğunu tekrar hatırlatıyor ona hayat. Tiyatro sahnesindeki özgürlük hissini, kadınların güzel varlıklar olduğunu, çocukların yanlış yetiştirildiğini, ölümlerin erken geldiğini, yaşama hak ettiği değeri vermediğimizi, sınırları gereğinden fazla önemsediğimizi, sorgu odalarının filmlerdeki gibi olmadıklarını, hayvanların düşünebilen varlıklar olduklarını, mahkeme salonlarını ve yalnızlığın en kalabalık hâlini yaşayarak gösteriyor bize Âdem.
Ve içinden çıkılması imkânsız olan sorular bırakıyor bize Ölü Hayaller Ülkesi'nde. "Eğer sen Âdem veya Havva olsaydın, böyle bir dünyaya çocuk getirir miydin? Âdem ile Havva'nın seçim yapma hakkı yok muydu?"