Öleceğimiz ve bunun her an olabileceği gerçeği yaşamımızın bütününe sirayet eder. Ölüm hakkında düşünmenin ve onunla ilişkilenmenin pek çok yolu vardır. Ancak, bu yollardan pek çoğu onun hâkimiyetinden kaçmaya çabalamaktan başka bir şey yapmaz. Todd May bu kitapta ölümle ölümün iktidarında yüzleşmeye çalışıyor. O, bu dünyadaki ölümlerimizi bizim sonumuz olarak kabul edip bunun yaşamlarımız için ne manaya geldiğini soruşturuyor. Ölümlülüğümüzden ne gibi dersler çıkarabiliriz? Ölen ve öleceğimizi bilen varlıklar olarak nasıl yaşayabiliriz?
May bu sorulara cevap ararken ölümle ilgili iki ayrı bakış açısını bir araya getiriyor. Bunlardan birincisi, ölümün kötü bir şey olmadığını ya da en azından ölümsüzlüğün ölmekten çok daha beter olduğunu söylüyor. İkincisiyse, ölümün kötü bir şey olduğunu ve bu gerçekten kaçmanın mümkün olmadığını ileri sürüyor. May ise, eğer ölümle yaşayacaksak, bu iki bakış açısını bir araya getirmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu iki bakış açısının birleşimi yaşamımıza birbirinden ayrılamayacak bir güzellik ve trajedi katar.
Kendi kişisel deneyimi kadar pek çok –antik ve modern– felsefecinin ve yazarın görüşlerinden yararlanan May, ölümün kaçınılmazlığını nasıl düşüneceğimize ve daha önemlisi yaşamlarımızı bu kaçınılmazlık karşısında nasıl yaşayabileceğimize dair bir görüş ileri sürüyor. Nihayetinde, o şunu tartışıyor: Kavranması ve her birimizin kalan saatlerinin ya da yıllarının içine yerleştirilmesi gereken şey kesin bir şekilde yaşamlarımızın olumsal olduğudur ki, her anımızı bizi belirsiz bir geleceğe bağlayan bir bağmış gibi ve yine de geriye kalan son bağımızmış gibi yaşayabilelim.