Dünyanın sadrı olarak Ortadoğu bir barış yurdu olmalı tabii ki. Bölgeye ilişkin hakikat bu olsa da, bu hakikate başkaldırıya ilham ve can verebilecek bir 'arz-ı mev'ud' vaadi iddiası ve hayali de vardır. Tabii ki bu vaad ve hayal 'barış yurdu' beklentisinin altını oyma ve boşa çıkarma potansiyeline belli ölçüde sahiptir. Batılı, kendisi için Doğu yolunda bir ara istasyon gibi gördüğü bölgenin daha güvenlikli olmasını sağlamada bu bölgenin bir kısmını Yahudi devleti için vatan kılmada uygunluk görmüştür; ne de olsa Müslüman dünyanın kendi kurdukları yeni dünya düzenine ne kadar uyumlu ve sadık kalacağı test edilmiş değildir ve zaten hiçbir test sonucu bu bağlamda onlar açısından güvenilir de değildir.
Ve petrol Yirminci Yüzyılda Ortadoğu'yu dünya hâkimi Batılı için daha vazgeçilemez, daha kontrol-dışı bırakılamaz bir yer haline getirir; önünde eğilinilecek bir dünyevi güç tanımayan ve Hakk'ın egemenliğini tesise talip İslam karakteri, Yahudi ileri karakolu ve petrol vazgeçilmezi: bunların bir arada bulunma halinin devam edeceğini söylemek kehanet sayılmayacaksa eğer, bölgenin küresel ya da bölgesel güçler arası çatışma alanı olma durumunun devam etme potansiyelinin hep var olacağını söylemek de yersiz bir iddia olarak değerlendirilmemeli.
Osmanlı'nın tasfiyesiyle Batılı açısından kemale ancak ulaştırılabilen ve İkinci Dünya Savaşı'na kadar hükmünü sürdürebilmiş Avrupa merkezli dünya ve sömürge düzeni İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte iki süper güç çevresinde halelenen iki kutuplu politik sisteme yerini bırakmak zorunda kalmış; bu iki kutuplu sistem de elli yıl gibi bir süre içerisinde miadını doldurmuştur. 'Tek kutuplu dünya', 'Tarihin sonu', 'Büyük Ortadoğu Projesi' ve 'Medeniyetler İttifakı' ya da 'Dinlerarası Diyalog' derken Batı'ya 'barış', Doğu'yaysa (özellikle Ortadoğu'ya) 'savaş' hesapları yapıldığı ortaya çıkmıştır. Ve yeniden hatırlanmıştır ki aslında iki kutup 'Hak' ile 'Batıl'dır.
'Büyük Oyun' için hazırlıklar yapılmış ve aktörler hazırlanmış olsa da, unutulmamalı: Ortadoğu her hesabın şaştığı yerdir.