Edward Said'in Şarkiyatçılık kitabının yayımlanışının ardından Batı'daki entelektüel çev-reler tuhaf bir gürültüyle uyandılar. Yabancısı oldukları bir sesti bu… Kendi üniversitele-rinde yetişmiş, klasik kültüre hâkim, edebiyat ve filoloji uzmanı olan Edward Said, Doğu ve Batı ilişkilerinde yeni tezler gündeme getiriyor, kuşkusuz kendine özgü, muhalif ente-lüktüel bir tat katarak Batılı bilincin yansıdığı aynayı kamuoyuna sunuyordu.
İlk bakışta bu cesur çıkış küçümsense de, Said katı ve geleneksel bir sahayı yerinden oy-natabilmeyi başarabildi. Artık oryantalizm, klasik dil çalışmalarına vurgu yapan bir 'disip-lin' olmaktan çok, her geçen gün kendi içinde dönüşerek, bir söylem, hükmetme geleneği-nin bir parçası olarak literatürde yer etmeye başladı. Bu alanın armağan ettiği yeni cümle-lerle söyleyecek olursak, Batı'nın ötekine bakışı 'oryantalist bir perspektifte' dile getirili-yordu. Ortadoğu'daki sıcak gelişmelerin arka planında oryantalizmin iki yüz yıllık sorusu gündeme gelmekteydi.
Said, zor olanı denemiş, Batı'nın Doğu'ya bakışındaki terimleri tersine çevirebilmişti. Sö-mürgeciliğin "keşif kolları" sadece ekonomik ve politik bir bakışla değerlendirilmiyor, edebî metinler üzerinden hareketle çarpık kareler teorik bir çerçevede işaretleniyordu. Doğu'nun nasıl keşfedildiği sorusu ise can alıcı önemdeydi. 18. yüzyıldan itibaren Batı, derin istek ve arzularıyla Doğu'yu keşfe çıkarken pek de masum sayılmayacak bu keşif çabası, beraberinde birçok şeyi de götürmüştü. Chateaubriand, Lamartine, Nerval ve Flau-bert'in yazılarında hayalî bir Doğu coğrafyası yaratılırken veya Oryantalist ressamların tablolarında egzotik ve dişil kompozisyonlar kullanılırken, aslında sıradan Batılı bireyin zihninde klişelerle yüklü bir Doğu inşa edilmekteydi.