1911-1912'de yaşanan Trablusgarp Savaşı, Osmanlı Devleti'nin üç buçuk yüzyılı aşkın bir süredir sahip olduğu Afrika'daki son topraklarını sömürgeci güçlere kaptırmamak için verdiği mücadelenin adıdır. "Devlet-i Ebed Müddet" anlayışını felsefe edinen bir neslin sadece İtalya'ya karşı değil, dönemin en önemli sömürgeci güçlerine karşı yani İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya'ya karşı verdiği mücadeledir. Birçok açıdan tarihimizde önem taşıyan ve birçok ilkin yaşandığı bu savaş, Türk askerlerinin cesareti, teşkilatçılığı, azmi, dayanma gücü, savaş stratejisi, yokluklara rağmen gerektiğinde bir ordu kurması, cephanesini bile kendisinin temin etme yollarını bulmasının savaşıdır. Bu savaş hava, deniz, kara orduları karşısında, modern teçhizatlara karşı da verilmiştir. Aynı zamanda psikolojik bir savaştır. Sadece düşmanla değil iklimle, hastalıklarla ve açlıkla da savaşılmıştır. Bu savaşa katılanların çoğunun daha sonra Milli Mücadele'nin de kadrolarını oluşturduğunu ve emperyalist güçlere karşı bir kez daha vatanlarını savunduklarını görebiliriz.
Trablusgarp Savaşı, kendi potansiyellerinin farkında olmayan devlet yetkililerinin cephede kazanılacağına inanmadıkları bir savaşın, askerler tarafından örgütlenerek bir seneden fazla sürdürülmesidir. Savaş literatürüne geçmiş, ders olarak okutulması gereken bir mücadeledir. Kendi topraklarına kılık değiştirerek gitmek zorunda kalan gönüllü askerlerin davasıdır. Bu savaş, aynı zamanda Trablusgarp halkı ile bu askerlerin bütünleşerek, el ele vererek, dönemin modern ordusuna karşı birlikte yürütülen bir mücadeledir. Ayrıca Trablusgarp Savaş bir devletin ihmallerinin ve düşmanını tanımayarak ona güvenmesinin nelere yol açabileceğinin de anlaşılması açısından ders niteliğindedir. Bir savaşın sadece cephede değil gelişen şartlar içerisinde masa da kaybedileceğinin göstergesidir.