Bittik, albayım, bittik. Hiç beklemediğim anda çamaşır iplerine astılar hayallerimi. Yetmez gibi üstüne bir de kar, kış, fırtına geçirdim. Üzerime yapışan yapraklar benimle birlikte ağladı, albayım. Bir poyraz esti, iliklerimde hissettim istenmeyişimi, albayım.
Nereye gittiğimi bilmiyorum, albayım. Hissediyorum, albayım, hissediyorum! Gittiğim yerde salıncaklar yok, etrafta koşuşturan çocuk sesleri, ilkbaharda sarıldığım o kadın yok, albayım!
En başa dönecek olursak, başlangıç şurasıydı diyeceğim bir hikâyem de yok, albayım. Memleketimden atılmış gibiyim, Nazım'ın şiirlerine, Oğuz Atay'ın kitaplarına hasret bırakılmış gibiyim. Tutup kolumdan "özgürsün" diyen kimse yok albayım.
Bir gazetede adım geçiyor, albayım, köşeye bir yere koymuşlar beni. Çok kırıldığımdan bahsedilmiş bir kaç dizede. Fakat bana ne olduğu hakkında kimse bir şey söylememiş! Bana ne oldu, albayım, bana ne oldu? Allah aşkına, sen söyle! Bu hasret, bu özlem bir gün geçer mi çektiğim acılara değer mi bu savruluş? Ben de ondan bahsediyorum, albayım, değmez! Nerede olduğunu bilmeyen bir adama değmez! Peki, albayım, bitiyorum, birlikte eriyip bitiyoruz.
Savrulduğumuz yetmedi, bir de sevdiklerimizi elimizden alıyorlar. Artık gerek kalmadı, albayım! Onun gittiği tarihte öldü desinler...