Büyük ve görkemli bir törenle İran sarayına gelin giden ve sonrasında talihsizliklerin yakasını hiç bırakmadığı bir kadının yaşam öyküsüdür bu. İran tahtına bir çocuk veremediği için katı geleneklerin kurbanı olmuş bir kadının feryadıdır aslında bu yazılanlar.
Süreyya daha yirmili yaşlarının başındadır, kendisini İran sarayına gelin olarak takdim edenleri hep geri çevirmiş, fakat Şah ile tanışmasından sonra ona gerçekten âşık olduğunu hissettikten sonra sev seve bu evliliği kabul etmişti. Her şey çok güzel giderken kraliyet ailesi tahtın geleceği için Şah ve Süreyya çiftinden bir veliaht beklemektedirler. Fakat yapılan bütün tetkiklerden sonra Süreyya'nın çocuğunun olamayacağı bildirilir kraliyet ailesine. Ülke mahkemeleri Süreyya'nın durumunu görüşmek için toplanırlar. Hem ülkenin geleceği hem de Şah'ın tahta varis bırakacak veliaht prensinin olmaması üzerine Süreyya'ya bir teklif sunulur. Şah farklı bir kadınla evlenecektir, Süreyya ise sarayda ikinci kraliçe olarak yaşamına devam ettirecektir. Alman bir anne ve İranlı bir babanın kızı olan Süreyya bu teklifi kendisine yapılmış onursuzluk olarak görür ve şiddetle reddeder bu teklifi. Yapılacak tek bir şey kalmıştır, Süreyya'nın boşanması ve zoraki sürgüne gönderilmesi.
Süreyya âşık olduğu Şah'ı içi sızlayarak bırakır ve Avrupa'ya sürgüne gönderilir. Artık onun için yeni bir hayat başlamıştır. Bütün dünya medyasının peşinden koştuğu her adımı haber olmaktadır. Avrupa'nın soylu asilzadelerinin çocukları ve sosyetenin hızlı adamları hep peşindedir artık Süreyya'nın. Ama onun kalbi sadece birine aittir. Ayrıca bu onurlu duruşuyla dünyada kadın haklarının sembolik ismi haline gelir Süreyya.
Ve sonrasında sürgünde geçen hayatının satır aralarında bir devrin kapanışına ve yeni bir devrin açılışına şahit olacağınız bu hikâyeyi okurken, petrol zengini bir ülkenin nasıl adım adım karanlığa itildiğine şahit olacaksınız.