Ç yaşanası değil, yarım gün gezilip arkada bırakılası bir kentti buraya sonradan gelen herkesin gözünde. O da nihayetinde üniversite okumak için gelmişti; denizi, kumu ve güneşi yılın üç yüz altmış beş günü eksik olmayan bir güney kentinden. "Özlemek iyidir, uzak kalırsam değerini daha iyi anlarım." demişti Ç'ye ilk geldiğinde. Oysa özlediği şeyin, geride bıraktığı güneşli kent değil de o parlak kubbenin altında yaşamaktan mutlu olan kendisi olduğunu fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti. Kendini özlemekti özlemenin aslı. Sevgiliyi özleyen insan da aslında sevgilinin varlığını değil, kendisinin sevgilinin yanında duyduğu mutluluk ve tatmin olmuşluk ânını özlemiyor muydu sonuçta? Özlemenin en bencil yanı demişti genç buna, bir türlü kabul etmek istemediğimiz en sefil ve en gerçek yüzü.