Bir Orta-Doğu Arap ülkesinde kazı yapan bir Fransız arkeolog ayrılıkçı bir örgüt tarafından rehin alınır. Bilinen bir durum: Rehineyi elinde bulunduran güçsüz taraf bazı isteklerde bulunacak ve pazarlığa girişecektir. Rehinenin vatandaşı olduğu devlet ise, bir ikilem içinde, ince hesaplar yapacak ve bir karar verecektir. Ama her defasında gözden kaçan rehinenin ruhsal durumudur. Çağımızınen büyük şair ve yazarlarından Alain Bosquet bu atlanan trajediyi hicivli bir anlatıda ele alıyor: "Bekleme, işkence, gereksiz sözler, korku ve isyan ile geçen altı ya da on iki ayın sonunda bir tutsak ne düşünebilir? Gardiyanların eylemlerini belirleyen nedenleri anlamaya başlar. Ülkesinin ve kendisinin nedenleri üzerine düşünmek istemez. Hiçbir uygarlık kabul edilebilir değildir. Canilerin egemen olduğu dönem sona erdi; şimdi her şeyin alay konusu olduğu bir çağda yaşıyoruz." diye başlıyor öyküsüne. Bir yıl sonra serbest bırakılan rehine ülkesine va ailesine dönmeyi reddediyor: "Uyduruk bir demokrasisi olan, skandallarla soluk alan, lüks içinde çürümüş ülkemi sevmiyorum... Çok geniş olan bu gezegen midemi bulandırıyor; kendi Avrupamdan, kendi Fransamdan iğreniyorum. Tutsaklık, insanı böyle ciddi ya da tutarsız düşüncelere itiyor... Bugün, çok sakin düşündüğümde kendi uygarlığımdan başka bir uygarlığa ait olmayı istediğimi anlıyoruum." Tutsağın artık özgürleşmek için bir başka, üçüncü bir toprağa ihtiyacı vardır.