Mansur hiçbir şey diyemeden sadece seyrediyordu. Ağlamaktan göz torbaları şiş ama yosun yeşil gözleri cam gibi parlayan, yorgun görüntüsüne rağmen geçen sürenin kadınlığını ve güzelliğini daha da artırdığı belliydi. Beyni istemsizce ona oyun oynayarak geçen süreyi ölçüyordu. Ölçtü. Farkında olmadan şafak karalayan er gibi, üç sene beş ay on gün sonra karşısındaydı. Sessizliği tuvaletin kapısından çıkarak, kapıdaki kadını gördüğünde çıplaklığını elleriyle örterek Mansur'un arkasından sarılan garson kız bozdu:
- Sen de kimsin?
Mansur sadece seyrediyordu. Konuşmaya hâli yokmuş gibi kontrolünü yitirmiş, çok uzun gelen kısa sürede sessizce öyle kalmıştı. Hata yaptığını düşünerek bahçe kapısından gitmek için arkasını döndüğünde garson kız bir anda seslendi:
- Hey, saçların! Sen… Sen osun. Hoş geldin! diye seslenerek onu durdurdu.
Odadan kıyafetlerini aldı, hızlıca üstünü giyinerek Deniz'in kulağına Mansur'un duyacağı şekilde "Onu üzme artık, kapanmayan yarasın" diye ikisini kapıda donakalmış bırakarak evden çıktı.