Dünya sofrasında ölüm kasesi elde ele dolaşır. Ölüm kasesinin dolaştığını bilse de sofra başındaki herkes, diğer nimetleri tatma yarışındadır.
Kadehi yudumlamış, kabrinde cennet kandilleri yanan, kan damlayacak yanak kadar taze bir bedeni sürükleyenler kadim mezarların kavislerinden geçtikçe daha çok nefes nefese kalıyorlardı. Kuşlar çayır türkülerini söylemeyi bırakmış, rüzgar soluğunu tutmuş, cümle can bu üçünün civarında durmuştu. Hayat ve memat hiç bu denli yakın dahası bu denli hararetli olamamış, hararetlerini hareketleriyle karamamıştı. Mezarından çıkarılan vücut hala sıcak, onu çıkaranlarsa tanımsız halde cesur...
En öz öğüt olan ölüm etrafındaki bu üç kişi gidiyorlardı. Bu gidişle bereketli hesaplaşmalar ve ödeşmeler artık başlıyor demekti.
Kudret Ayşe Yılmaz'ın yeni romanında; tezatların özündeki vahdete, duyguların en asili aşkın gizemine, hayatın içindeki tek gerçek ölüme uzanan yulculuktaki asıl amaç okuyucunun ruhunda umut dalgalarına fırsat vermek. Ruhtaki yaralar nasıl kapanır, ruh neden kaybettiğini kazandığından daha ziyade arzular, ruh ne vakit dinginliğe erişir, niçin en az önemsenendir? Nice canlı soru ve yanıt, edebi ruhtan kopan bu hikayede Türkçenin kudretiyle bir araya geldi; herkes ruh elden gitmeden önce ruhunun peşine düşsün diye...