" 'Girin,' kapıyı açtım girdim. Beni görür görmez Sklyanski'nin yüz ifadesi değişti, dikkatlice yüzüme bakıp 'Ne oldu?' diye sordu. 'Galiba birini öldürdüm' dedim sakin ve üzgün bir tonla."
* * *
Suriye'de tıp eğitiminin üçüncü yılında Sovyetler Birliği'ne armağan olarak bir yontu yontar taştan. Yanıt armağan gecikmez: Üniversite bursu…
Böylece dünyanın en eski (1919) ve en saygın sinema okulu VGİK'te film yönetmenliği öğrenimi serüveni başlar.
Okula giriş zorludur: Kültürel, sanatsal ve kişisel yönden sınav, sorgulama karışımı bir görüşme maratonu yaşar. Kazanır.
Başarının getirdiği sadece sinema eğitimi değildir. Konuğu olduğu ülkedeki, dünyanın pek çok yerinden farklı bir toplumsal ve ekonomik yapıyı, siyasal ve entelektüel ortamı tanıma ve anlama sürecinin başlangıcıdır aynı zamanda.
Bir gencin 1975 yılına kadar aldığı kültür ve edindiği bilinç; şimdi bambaşka olanla tanışma, kaynaşma ve harmanlanma sürecine girecek, acı tatlı deneyimler yaşayacaktır.
Ancak bu sadece Sovyet toplumu ile bir kültürel girişim aşaması değildir. Okulda Vietnam, Polonya, Fas, Çin gibi pek çok ülkeden öğrenci bulunmaktadır ve hemen her gün bir ulusun ya da yörenin bayramı, kutlaması vardır. Kültürel ve entelektüel girişim iyice boyutlanacaktır.
Aynı yıllarda Sovyetler Birliği de yıkılış sürecine girmektedir. Türkiye'de herkes bu süreci gazetelerden, televizyonlardan, resmi açıklamalardan, kapitalist ülkelerin yöneticilerinin tepkilerinden, diplomasi trafiğinden izlemektedir; Semir Aslanyürek ise sahnenin tam içinde yer almakta ve sahnenin dışındakilerin göremediklerini, hissedemediklerini anlamakta ve anlatmaktadır.
Semir Aslanyürek yaşamöyküsünden yedi yıllık bir kesit aktarırken buna koşut olarak bir okulun, bir ülkenin, çok katmanlı ve uluslararası boyutlu bir siyasal ortamın görünümünü satırlarında canlandırıyor. Sonuçta kendisi bir film yönetmeni ve artık tarih olmuş, unutulmuş bir toplumu ve ekonomik-toplumsal yapıyı kendi gözünden yazının perdesine uyarlıyor.
Seyirlik bir kitap.