Masamın üzerinde özenle yerini korumaya çalışan kurumuş güllerin kahverengine saldırmış ve dokundukça çıtır çıtır seslere boğulan yaprakları yorulmuş. Bu yapraklara ben ne zaman baksam, yorgunluktan eğilen kafalarını kaldırabilecek bir mevsim bulamayınca bana hiç bakmadılar.
Her şey yoruluyor. Güller de yorulur. Günlerin yorulduğu gibi. Her akşam, güneşin evini barkını toplayıp grilerin arkasına göç etmesi gibi yoruluyoruz. Herkes birbirini yoruyor. Sen beni yoruyorsun, o seni yoruyor, ben kendimi yoruyorum.
…
Yoruluyorum düşünmekten. Düşünmekten yoruluyorum.
Çocukken çok çabuk büyümek isteyen, büyüyünce de çok çabuk çocukluğuna dönmek isteyen herkes, mavi gökyüzünü kapatan beyaz eskisi bulutlara bakıyor. Vakit çok çabuk geçiyor. Bulutların mavi gökyüzünü bir anda siyahla kaplattığı gibi… Güller, dün bahçede başını sağa sola sallayıp gövdesini mevsimine yaslarken bugün masamın üzerinde boylu boyunca böylece uzanıyor.
…
Eski bir plak, anteni kırık bir radyo, pili bitmek üzere olan sharp marka kırmızı bir teyp
MFÖ'den bir şarkı çalıyor. Teknoloji kaçıncı yılında olursa olsun, hangi tarihi çağda olursak olalım, kalbimizin sesini duyurmayı başarabiliyoruz böylece.
Duman, güvercinler, atlar ve yağmurlar. Hepsi de ben hangi tarihi çağda yaşamışsam sana o zamandan mutlaka bir haber getirecektir.