Sanat, insanın yeryüzünü hatta evreni yeniden inşa etme ve düzenleme iddiasıdır. Doğaya rağmen üretme, öncelikle toprak ve üretim ilişkisine; dolayısıyla yerleşik eve kültürüne dayalıdır.
İnsan, bir mekanda yaşamak zorundadır. Ve mekanını kendisi yapar. Mimarlık tarihçisi Roth şöyle ifade eder; "Doğanın insan için yapamadığı tek şey, ev'dir"
Doğanın matematiksel düzenine, mükemmeliyetine yalnız ve ancak onun diliyle ve matematik diliyle ulaşabiliriz veya üzerinde tutunabiliriz.
1348'de, Nicholas d'autrecourt, Sorbonne Üniversitesi'nde şu savı (tez) okuyor: Doğayı incelemeliyiz. Geriliğimizin nedeni, yüzyıllar boyunca o koca doğayı bir yana bırakıp Aristotoles'le, Platon'la boşuna vakit geçirmişizdir. Doğayı incelemek bizleri kolaylıkla kesin bir bilime götürür.
Doğayı iyi okumak, onu çözmek ve ona dahil olmak matematiği düşünerek gerçekleşir. Mimarlar, matematikçiler, astronom ve felsefeciler geçmiş yüzyıllarda aynı adamlardı ve bugünün temel bilimlerinin kaynağını oluşturuldular. Bugün, insanlık da fraktal bir içimde bunu çoğalttı.
Biz, değişen gelişen ve sonsuz sayıda bir sistemin parçasıyız. Renklerimiz, biçimlerimiz, köşelerimiz değişebilir, azalabilir veya çoğalabiliriz. Bu evrenin bir parçasıyız ve ait olduğumuz bütünün varlığını görmeli ve onu çözebilmeliyiz.