12. yüzyılın sonlarına doğru, Kuzeydoğu Anadolu ve Kafkaslar'da egemenlik mücadelesi veren bir kavim vardı: Kumanlar. Bu sarışın Türklerin bir kısmı Gregoryenlik mezhebini kabul ederek çocuklarına Ermenice, bir kısmı da Ortodoks mezhebini kabul ederek Gürcüce isimler koyuyorlardı. Etnik kimliklerini korumayı başaran Kumanların bir kısmı da İslam'ı seçtiler.
Soygun, yıkım ve talan düşüncesinin cesaretlendirdiği Haçlı Seferleri onları da etkiledi ve Kumanlar da din-mezhep kavgasına düştüler. Bu, bir bakıma iki farklı dine inanan tek milletin savaşıydı. Bunlar yaşanırken Bağdat erenlerinin piri Şeyh Senan, kırk kişilik derviş grubuyla Kur'an hükümlerini anlatmak için Kafkaslar'a doğru yola çıkmıştı. Dervişin yolu da çilesi de bitmez derler.
Sonunda Bana Kalesi'ne ulaştılar. Şeyh Senan, tebliğ düşüncesiyle gittiği kalede Bana Beyi'nin güzel kızı Kuman Hatun'a vuruldu. Zamanla kara sevdaya dönüşen bu sınavda Şeyh Senan imkânsızı mümkün kılmak için Bekaa Vadisi'ne kadar uzanan bir başka tehlikeli yolculuğa koyuldu. Kuman Hatun, İslam'ı seçip Kuman Gelin oldu. Tek arzuları birlikte kaçıp İslam diyarına gitmek olan iki sevgiliyi Allahuekber Dağları'nda büyük bir tehlike bekliyordu.