Siyah beyaz, uzaktan kumandasız, üzeri dantel örtülü bir televizyonda Eurovision şarkıyarışması seyretmiş, seçtiğiniz şarkılardan "karışık kaset"ler doldurtmuşsanız, Ömer Seyfettin,Kemalettin Tuğcu okumuş, Göksel Arsoy'lu, Belgin Doruk'lu, Münir Özkul'lu, Adile Naşit'liYeşilçam filmleri biterken Son yazısını gözünüzde titreyen damlalarla görmüşseniz, siyahönlükleriniz, beyaz yakalarınız ve cebinizde ütülü mendillerinizle sıra olduğunuz okulsabahlarında heyecanla andımızı söylediyseniz, pinokyo bisikletleri, horoz şekerlerini, Elvangazozlarını, yerli malı haftasını, Küçük Ev'deki Laura'yı, Heidi'yi, Erkin Koray'ı, CemKaraca'yı, Barış Manço'yu hatırlıyorsanız, bayram sabahı giyeceğiniz kırmızı pabuçlarınızbaşucunuzda bir gece bile uyuduysanız, Zuhal Erol'un yazılarını yaralarınızı iyileştiren birneşeli hüzünle okuyacaksınız demektir.
Zuhal Erol'un ilk kitabının adı hem Cemal Süreya'ya hem bütün şairlere, yazarlara bir saygıduruşu gibi. "Keşke ben de böyle bir kitap yazabilseydim." diyerek katılıyorum bu saygıduruşuna.