"...Şiirin işlevini gerçekleştirmesi için, ilkel çağlarda olduğu gibi, ortak bilincin ürünü ve bu bilincin diyalog aracı olması ve ona seslenesi baş koşuldur. Şiir fabrika bacalarından tütecek, tozlu sokaklarda yelle savrulacak, okul sıralarına dirseğini dayayacak, ölümcül bir hastanın baş ucunda geceleecek, sevişenlerin dudaklarında ısınacak, devrimcinin yüreğinde mayalanıp, kavgasında çoğalacak ve zalim ve kötüye can düşmanı olacak, insanın bu dünyadaki varlığına karşı olan ne varsa ona başkaldıracak! Ama nasıl? Kapitalizm, kızını demir kapıların arkasına kapatmadı mı, onun beynini yıkamadı mı, onun beğenisini ve vazgeçilmez yönsemesini sapıtmadı mı... Bunların hepsini yaptı kendi ülkelerinde. ama her şeye rağmen, acı, umut, başkaldırı ve devrimle soylu bağlantıları olduğu için, Güney Amerika, Afrika, ve Asya'nın insanları henüz yeteri kadar yabancılaştıralamadıkları için, şiirin büyü, tansık ve gerçekle özdeş durumu hala yürürlüktedir. Yani kapitalizme rağmen şiir vardır. Son elli yılın şiirine baktığımızda karşılaştığımız ozanlar yukardaki savları doğrularlar. Hepsi de gerçekten büyük, ulusal ve evrensel nitelikte ustalar: Şili'de Paplo Neruda, İspanya'da Lorca, Yunanistan'da Yannis Ritsos, Küba'da Nicolas Guillen, Türkiye'de Nazım Hikmet. İnsanın yüzüne kan getiren, yüreğini ısıtan ozanlar..." -Özdemir İnce-