Zeliha diye diye ölecek gibi. Kucağında duran deftere baktı bir süre. İçinde neler olduğunu tahmin ediyordu, yine de bakmamaya karar verdi. Bu güzel resimlere bu cehalet dolu köyde, buğulu gözler, karışık bir zihin ve kırık bir kalple bakmayacaktı. Sakin bir ruh haliyle, güzel güneşli bir günde bakacaktı. Resim defteri de bavuluna koyduğu elbiselerin arasına yerleştirdi. Son olarak kitaplarını da koyup bavulun ağzını kapattı. Bavulunu masadan alıp, dış kapının yanına bıraktı. Sabah erkenden, daha köylüler uykuydayken ayrılacaktı köyden. Duvardaki gaz lambasını yaktı, hava hala çok soğuktu son kez teneke sobayı yaktı çaydanlığı da üzerine koydu. Masaya geçip oturdu. Tabakasından bir sigara çıkarıp yaktı. İlk nefeste yarısını çekti içine. O kadar kırgın ve üzgün hissediyordu ki, ardarda kaç tane sigara içse fark etmeyecekti. Perdeyi araladı, evlerin uzaktan parlayan loş ışıklarına baktı. Kimsenin umrunda değildi Deniz. Belki sadece öğrenciler hatta sadece Zeliha. Rengi parlak gümüş olan kül tablasına sigarasını söndürdü. Başını ellerinin arasına aldı, şiddetli bir ağrı hissediyordu. Bir süre öyle kaldı sonra tabakadan bir sigara daha çıkarıp yaktı. Bu defa daha sakin içti. Sigarası bitince bir süredir kaynayan çaydanlığını demledi. Heyecanla geldiği köydeki bu tek göz odada son kez kaçak çay içti. Sonra yatağına uzandı ve sobasından yansıyan alevlerle, gaz lambasının cılız yansımasının dansını seyre daldı. Yarın terk edeceği köydeki son uykusunu uyumak üzereydi. Kalp kırıklığı, baş ağrısı ve yorgunluk uykuya dalmasını hızlandırdı. Deniz, dinleneceği tek yer olan uykunun kollarına bıraktı bedenini.