Bu kitap, zamansız ve mekânız bir düş gibi.
Babil'in efsanevi kraliçesi Semiramis'ten başlayıp, Paris'te otel odasında ölü bulunan İranlı bahtsız bir prensese ve oradan da günümüzde yaşayan mutsuz bir kadına kadar uzanan genetik izleri sürmek, lotus şeklindeki bir yüzüğün ametist taşından eflatuni bir yansıma ya da. Bilinmez zamanlarda birbirlerine gen düğümleri ile bağlanmış bu büyüleyici kadınların hayatının, sıra dışı bir şekilde kesişmesi ve kendi seçimleri doğrultusunda bambaşka yollara gitmeleri.
Arkeoloji, sanat ve bilimin bir araya getirdiği proje ekibinin Adıyaman'da nevruz gecesinde buluşması.
Adıyaman'ının masal çiçeği ters lalenin adını taşıyan ağlayan bir gelin Lale. Mahremiyetin kalın duvarları arasında sıkışıp kalmış bir hayatın mahkûmu. Arda ise dünyanın dört bir yanını dolaşmış, evliliğinde aradığını bulamamış mutsuz bir adam ve yeniden yaşama tutunmak için platonik bir sevgiden medet ummakta.
Evrendeki kestirme geçitlerden geçmişe uzanmak ve yaşadığı bile kuşkulu Semiramis'e ait bir yüzüğü geçmişe götürmek zorunda olmak ne kadar mümkün acaba?
Semiramis'in annesinin bir denizkızı ve babasının bir ölümlü olup olmadığını, bilmek zordur. Öte yandan onu kumruların/güvercinlerin büyütmediğini kabul etsek bile Semiramis'in var olduğunu yazan Babil referanslarını görmezden gelmek de zor.
Bazı kaynaklarda "Cennetin kraliçesi" olarak da tanımlanan bir sembol o. Sanata ve dünyanın dört bir yanına varlığı sinmiş bir sima. Birçok heykelde rastlanan yedi ışıklı güneş tacı kahramanımızı doğrudan günümüzden Babil'e ve Sümerlere kadar uzanan bir medeniyet zincirine kadar bağlamaktadır.
Tarihinin koynunda saklı bir mücevher olan "SEMİRAMİS" binlerce yıl sonra Babil'in asma bahçelerinden yüzünü günümüze çevirsin ve başındaki güneşi simgeleyen tacı ile uygarlıkların doğduğu yerden, Mezopotamya'dan yeniden parlasın istiyorum.
Bugün gerçek sandığımız her şey geçmiş dönemlerinin hayali ya da bugün masal ya da efsane zannettiğimiz her şey geçmişin gerçeği olabilir mi?
Benim cevabım EVET.