"Yeğenim hadi geçmiş olsun Allah korudu. Ama elin adamı için canını siper etmeye değer miydi?" dedi.
Rüstem'in sesi diriliverdi:
"Ne elin adamı emmi? O benim öz kardeşimden ileri yakınımdır gayri! De ki canım ciğerim öğretmenimdir. Bir kez çanak çömleğin pabucunu dama atıp, bizi gurbetlere düşürenin, naylon olmadığını ondan öğrendik. Sonra yoksulluk, işsizlik; çiçeğin, çileğin pabucunu dama atıp yerine domatesi biberi koyacak dedi, aynen öyle olmadı mı? Hortumu hastalığı bahane ederek bizi atıp yerimize ucuz yabancı işçi alacaklar dedi, yalan mı? Daha ne desin, koltuğunda taşıdığı kitap gibi adam vallahi!"
Hıdır emmi küçümseyen bir yüzle ilkin elindeki "Sosyalizmin Alfabesine" sonra Rüstem'e baktı:
"Yeğenim sen hâlen Komünist Hamo'nun ağzıyla konuşuyorsun. Gedikli Başçavuş'un dediğine göre, o halen alfabeyi bile bitirememiş biriymiş?"
Rüstem,
"Emmi sen de hâlen Gedikli Başçavuş'un ağzıyla konuşuyorsun" dedi, yarasını bile unutarak…
Güneş olanlardan habersiz, aynı insan eriten sarı sıcağıyla ortalığa serilmişti. Yalnız seraların ak naylonuna, kesme çiçeklerin kokusuna, çileklerin tadına ve domateslerin zehir acısı yeşiline kan bulaşmıştı. Bir de çalışanların zaman aşımsız öfkesine!..