"Hayat zavallı ruhumu acılarla öptü ve benden karşılığında şarkılar istedi."
Buhurizade Mustafa Itrî, medresede musiki öğreten, naif, ağırbaşlı bir sanatkârdır. Edirnekapı'daki çiftliği, medreseye uzak olmasına rağmen, burada yaşamak istemesinin, bahçesinde yetiştirdiği çiçek ve meyveler olduğu sanılır. Oysa o meclislere kısa süre katlanabilir, tahammülsüzdür. Şöhreti giderek büyürken, Itrî müziğinden ve çok sevdiği İstanbul sokaklarından başka bir şey istemez.
Ta ki aşk kapısını çalana kadar! İmparatorluğun pek çok yeri gibi, İstanbul'da karışıktır. Yeniçeriler halktan haraç keser, canlar alınır, haysiyetler satılır. Eski Kırım hanlarından Selim Girayhan, Osmanlı Sultanının davetiyle sürgünden kurtulup İstanbul'a yerleşmiş, Itrî'nin can yoldaşı olmuştur ancak söz konusu Osmanlı sarayı ise gizin içinde giz, oyunun içinde oyun vardır.
Peki Itrî'nin kaderi bu muydu? Saray entrikaları içinde nereye sürükleniyordu? Bir kadını müziğinden daha çok sevebilecek miydi? Itrî'nin açmazı büyürken onu ne tamburu, ne de bahçesindeki kır çiçeklerinin kokusu avutabilirdi.
Mine Sultan Ünver'in kaleminden, müziğin esaretinde ve özgürlüğünde bir arayış hikâyesi:
Sesin Efendisi: Itrî.