Engin Akyürek'in Sessizlikadlı öykü kitabı okuru; insanların birbirlerinigözünün içine bakaraktanıdığı, konuşarak dokunduğu, dertleşerek anlaştığı yıllara götürüyor. Çocukların hala çocuk olduğu, boş arazi görünce topu alıp koştuğu, komşuların teklifsizce birbirlerinin kapısını çaldığı, bayramların hepbirlikte kutlandığı, mutlulukların acıların paylaşıldığı… Aşkların like'lara kurban gitmediği, sessizliğin ayrılık anlamına geldiğinin bilindiği yıllara.
Arsızlığı aramızdaki ilişkininzamansal yolculuğuyla ilgili değildi. Arsız olduğu zamanlar gözlerini bana diker, benimle dalgasını geçip kedilik görevlerini asla yerine getirmezdi. Kedinin görevleri mi olur, demeyin. Hani kendini iki sevdirir, yalandan mauvv der, oyun icabı da olsa suçluluk duygusu yaratır ya,ondan diyorum...
Dünyanın en güzel aşksahnesini çekiyorduk.Kolumdaki hesap makinelisaatime bakarak "Pardon! Saatiniz kaç?" demişti. Saatim 8.15'i gösteriyordu. Zamanın çeyrekliğinin bir lüzumu yoktu. Yirmi geçelerde inecektizaten. Sesini içimin kayıtcihazı hafızasına almıştı.Bütün seslerde artık onunda notası olacaktı.
Elimdeki kömür parçalarına bakıp kardan adamımlakonuşur gibi: "Anne iyi adamlar hep güzelmi gülerler?"
"Nerden çıktı şimdi bu, kimsöyledi bunu sana?"
"Kim söyleyecek: Kardan adamım."