Herkes gibi hür ufuklarda özgürce uçarken kara kurşunlarla vuruldu. Kanatları kırıldı. Kuru bir yaprak gibi sürüklenmeye başladı. Dişleri kenetlendi önce, gözleri karardı, içi daraldı.
Yaşam enerjisi tükenmeye başladı. Ne gülebildi gönlünce ne ağlayabildi. Günler, haftalar hatta aylar, ne olduğunu anlayamadan geçti. Olmaz dağlarının imkânsız patikalarında avare gezinirken virajı alamamıştı. Kendine bile yabancıydı artık. Sonunda dolu içmiş gibi yazmaya başladı. Tek atımlık kurşun hükmünde... Yoksunluğun zihninde yarattığı serabın etkisiyle ağır bir kâbus perdesinden sızan kararsız yakamozlar tadında…
Neyine vurulmuştu? Ne farkı vardı diğerlerinden? Zamanı donduran karanlık bakışlarına mı, değdiği yeri eriten ılık nefesine mi, ruhunda fırtınalar koparan neşeli ve sevimli ama bir o kadar duygudan arınmış kişiliğine mi? Hangisi olduğuna emin olamadan… Belki daha derinde, daha gizemli ve daha cazibeli başka bir şey vardı bilince yansımayan… Belki her şey sekerat halinde bir hastanın hayal hanesine yansıyan yaşanmamış özlemlerin yarattığı bir halüsinasyondu. Vurulmuştu sadece vurulmuştu sevdanın kıblesinden, tam on ikiden.